Yükleniyor...

Pandemi ile Unuttuğumuz, İyilik, Yardımlaşma ve Dayanışma Duygularını Hatırladık.

Memorial Ankara Hastanesi'nin başarılı doktorlarından Uzman Psikolog Melek Abca ile pandemi sürecinin getirdiği psikolojik etkileri konuştuk. Tüm dünyada yaşanan bu küresel salgının dezavantajlarına odaklanırken, sağladığı kazanımları göz ardı ettiğimizi ifade eden Abca, bu durumla başa çıkmak için yapılması gerekenleri anlattı. Keyifle okumanız dileğiyle…

2020, COVID-19 salgını, pandemi, evde kalma dönemi ve maskeli+mesafeli yaşama geçmeyle tüm dünya için sıra dışı bir yıl oldu. Bu zor yılı geride bırakırken toplum psikolojisindeki yansımaları hakkında neler söylersiniz?

Kovid ile tanışalı 1 seneye yakın oldu, dünyada ve birey olarak hepimizde çok büyük değişiklikler meydana getirdi. Aslında kendimize doğru bir yolculuğa çıkardı. En büyük yansımasını, kendimizi izole etmek ve yalnızlık gibi görsek de aslında çok fazla kazançları da oldu. Bu süreçte danışanlarımla görüşmelerden edindiğim geri bildirimlere göre, birçok kişi bu sürecin geçmesini beklerken, belirsizliğe karşı korku, kaygı, panik atak gibi duygularını ve semptomlarını patolojik boyutta yaşarken, birçok kişi de bu süreçte kendilerinden kaçmayı bırakıp kendileriyle, bağımlılıklarıyla, kaygılarıyla yüzleşmeyi ve çözüm bulmayı seçti. Kendisi hakkında, ilişkileri hakkında, içinde bulunduğu dünya hakkında düşünmek ve fark etmek için zaman buldu. Karşılaştığı tehlikeyi kayıplara değil fırsatlara çevirdi. “An” da yaşamayı öğrenmek, ertelemeyi bırakmak, çözüm bekleyen meseleleri halletmek, kendilerini geliştirmek gibi… Unutulan değerleri yeniden hatırladık… Evlerde ekmekler yapmaya, eskiden olduğu gibi var olan şartlarda bir şekilde mutlu olmanın yollarını aramaya başladık. Evde kalma dönemlerinde hijyen, meditasyon, spor, kitap okuma alışkanlıklarını geliştirdik. Ancak aniden gelen, bilinmeyen, beklenmeyen kriz durumlarında genelde insanlarda beş aşamalı duygusal reaksiyon olur, Kovid sürecinde de bunu yaşadık. Birincisi şok, ikincisi inkar, üçüncüsü öfke ve pazarlık, dördüncüsü depresyon, beşinci aşama ise kabullenmektir. Dünya Sağlık Örgütü'nün Pandemi diye ilan ettiği koronavirüs ilk ortaya çıktığında şok olduk, tüm ülke bize gelir mi gelmez mi diye bekledi, ilk yaşadığımız duygu şoktu. O şok hali geçtikten sonra inkar süreci başladı. Hatırlarsanız Nisan aylarında herkes balkonlarda, pencerelerde şarkılar söylemeye başladı, çünkü insanoğlunun baş etme mekanizmasıdır bu… Eğer bir olayla tanışmaya hazır değilsek, beyin önce inkar eder. Bu sağlıklı bir süreçtir aslında. Çünkü bir durumdan başka bir duruma geçişte inkar bizi ona hazırlar. O yüzden inkar sürecinde tüm dünyada da gördüğümüz gibi şarkılar söyleyip evlerden konserler vermeye başladık. Tabiri caizse virüsü yok saymaya çalıştık. Yok sayalım, bir an önce geçsin gitsin diye beklerken inkar süreci bir süre bizimle beraber devam etti. Üçüncü aşama olan öfke ve pazarlık aşamasında Kovid'in bizimle beraber kaldığını gördük, ne kadar süre kalacağını bilmediğimiz için öfke, kaygı, panik duyguları, ama bir o kadar da pazarlık duyguları başladı. Kendimizle manevi pazarlıklar yapmaya başladık; meditasyonlar, kendimiz için, dünya için dua etmek, en iyisini istemek, dayanışma duyguları… Bu sürece kadar hiç olmadığı kadar şunu duydum: ''Sulamayı unuttuğum bitkilerden, kaplarına mama bırakmayı unuttuğum hayvanlardan özür diledim.'' Yani aslında bu süreç bizi dünya ile barışma, pazarlık aşamalarına götürdü. Bunlar daha içgüdüsel şeyler, insan birine bir iyilik yaptığında, bir katkıda bulunduğunda bir şeyden korunmuş olduğunu düşünür. Bizi tekrar o dayanışma, birlik beraberlik duygularına götürdü. Bence hala o süreci kısmen yaşıyoruz ancak depresyonlar da görülmeye başladı. Bu depresyonlar sağlıksız depresyonlar değil. Depresyon her zaman sağlıksız değildir, ben onlara 'psikolojik takılmalar' diyorum. Şu an yaşanan depresyon uzun yolda giderken arabayı cebe çekip beklemek gibi. Şu an cebe çekildik; yolculuk devam ederken kısa süreli bir mola… Orada araba dinleniyor, biz biraz uyuyoruz, yemek yiyoruz, sonra yola tekrar devam edeceğiz. Tabii ki bunlar bu sürecin tamamlanması için gerekli olan şeyler, sağlıklı bir süreç yaşıyoruz.

Şu an öfke, pazarlık ve depresyon arasında gidip geliyoruz. Bunun sonucunda elbette kabullenme gelecek. Yavaşça bu aşamaya doğru geçiyoruz. Evet, bu virüs var, dünyayı, ekolojik dengeyi yerine getirmek için var, kabul ediyoruz; şimdi ne yapmamız gerektiği kısmına geçeceğiz. Artık günlük yaşama adapte olmaya ihtiyacımız var. Kovid'in bize kazandırdığı davranışları, o birlik ve dayanışmayı, duyarlılığı, hijyen tutumlarını sürdürebilmemiz lazım, umarım böyle olur. Çünkü bunları öğrenmemiz gerekiyordu, öğrendik. Eğer sürdürebilirsek geleceğe daha büyük katkılarda bulunabileceğiz.

Bu kabullenme süreci bazılarımızda yeni kararlar aldırırken, bazı kişileri psikolojik olarak hastalıklara, zihinsel dengelerimizi alt üst etmeye götürdü. Tabii ki birçok etkinliğin, seyahatin ertelenmesi, özgürlüğün kısıtlanması, en temel ihtiyaçlarımızdan biri olan sevdiklerimize sarılamamak gibi durumlar, engellenme hissi bizi olumsuz etkiledi. İnsanoğlu için koronavirüsten daha hızla yayılabilen bulaşıcı bir durum var ki, o da aşırı korku kaygı ve panik… Korku ve kaygının şiddeti az olduğunda, olumlu etkisi bile olabilir. Önlem almamıza, tedbirli olmamıza yarar. Sağlıklı beslenme ve yaşam alışkanlıkları edindirir. Ancak patolojik olduğunda bulaşıcı bir durum oluşturur. Obsesif kompülsif semptomlar göstermeye sebep olur.

Yaşam alışkanlıkları büyük oranda değişim gösterdi. Yeni yaşam trendleri oluştu. Pastoral yaşama dönüş, doğaya yakınlaşma gibi... Nasıl trendler oluştu?

Bence doğa da bizi özledi, biz de doğayı özledik. Çünkü biz doğaya yalnızca özlem duyuyorduk, doğayı yaşamıyorduk. Ayrıca onun dengesini de bozmaya başlamıştık. Doğa bizim için var, kainat bizim için var. Her bir yaprağın, her bir hücrenin bu dünyada önemli bir yeri var. Gözlemlediğim kadarıyla insanlar her bir halkanın önemini anlamaya başladı. O yüzden Kovid'in kazandırdığı en önemli şeylerden biri de duyarlılık oldu. Şu anda birçok insan evinde evcil hayvan besliyor, barınaklardan hayvanlar alıyor, sokak hayvanlarını besliyor; doğanın dengesine daha duyarlı olmaya başlıyor. İlgi alanlarımız genişlerken, ayırdığımız zaman dilimi de artıyor. Ben şu anda doğa ve tarih belgeselleri izleyen çok kişi duyuyorum. Tarihimizden haberdar oluyoruz. Belki zaman bulamıyorduk, 'vakit kalırsa izlerim' diyorduk; şimdi artık sıkılma adı altında izliyoruz. Sıkılmalar da gerekiyordu, denizlerin tekrar temizlenmesi gerekiyordu. Kainatın o kadar güzel bir dengesi var ki… Ozon tabakası kendini hala koruyor mesela, hatta bizi korumaya çalışıyor. Güzel olan taraf, sanırım bundan sonra böyle olacak; daha fazla doğa tatilleri, daha fazla ekolojik dengeleri sağlayacak yaşam biçimleri önem kazanacak. Gördüğüm kadarıyla doğadaki yaşam tarzına uygun evler yapılmaya başladı ve insanlar bunlara rağbet ediyor. Balkonlarda sebze yetiştiriyoruz, evde ekmekler yapıyoruz. Bu süreç bir süre için bizi eve kapattı ama yeniden doğa bizi istiyor. Aslında Kovid'in hep yıkıcı etkilerinden bahsediyoruz ama gördüğüm kadarıyla birçok kişide fırsatlara dönüşümler de olmuş. Çin alfabesinde deyimleriyle beraber tehlikenin şöyle bir denklemi var, krizi şu şekilde açıklıyorlar: Tehlike +Fırsat=Kriz Ben 20 sene boyunca kanser çalıştım; kanser deneyimlerinde veya kronik rahatsızlıklarda ya da uzun süre yaşanmış durumlarda her zaman tehlike olarak gördüğümüz şeylerin fırsata dönüştüğüne de şahit oldum. Mesela kendimiz için risk almaya başladık, cesaret etmeye başladık, yeni kararlar almaya başladık. Sevdiğimiz insanlarla daha fazla beraber olmaya başladık, anı yaşamaya başladık. Bu süreç kontrolü bırakmak konusunda pek çok şey kazandırdı insanlara. Baktık ki her şey kontrol ettiğimiz gibi olmuyor, kontrolden çıkabiliyor. Zaten hayatın ana şifrelerinden birisi de anı yaşamaktır. İnsanın hayatını çalan iki tane hırsız var; biri geçmiş, biri gelecek… Geçmiş pişmanlıklar, gelecek kaygıları… Kovid için de aynı şeyi söyleyebilirim; hayatın provası yok. O yüzden belki anı yaşama bilincine sahip olmamız gerekiyor.

Anı yaşamak için doğa çok güzel bir ortam. Evrimsel düzeyde gidersek atalarımız doğada, toprakta işler yaparak, elleriyle, ayaklarıyla ağaçlara tırmanarak, akan sularda yüzerek yaşadı. Sonra evlere kapandık, güneş görmeyen, yağmurdan kaçan, ağaçlara bile dokunmadan yetişen çocuklar olmaya başladı. Onun için doğa bizi çağırıyor diye düşünüyorum. Tahta, su ve toprak kullanmıyoruz artık, bunlar bizi nötrleyen şeylerdi. Keza su da öyle, şu an bol bol kullanıyoruz. Hatta herhangi bir sorun yaşarken de, bir değişim sürecindeyken de bol su için derim. Çünkü nehir gibi yıkanmak lazım. Toprak da çok nötrleyen bir şeydir, depresyonda çok önerilir. Toprağın kendi içerisinde özümseyen bir yapısı var. Yani kısacası yeni trendde doğa bizi çağırıyor.

Pandemi psikolojisi ile birlikte tüketim alışkanlıkları da değişti… Ne yönde bir değişim yaşandı?

Özellikle belli şeylerde geçen yıllara oranla hiç olmadığı kadar tüketim söz konusu… Özellikle temizlik ürünlerinde, sosyal medya için gerekli olan teknolojik ürünlerin satışında patlamalar yaşandı. Ne yazık ki ihtiyaç fazlası almaya başladık. Aç kalmak fiziksel dürtülerden bir tanesi… Temel ihtiyaçlarımız yemek, içmek, barınmak… Dolayısıyla içgüdüsel bir tavırla insanlarda aç kalırım duygusu başlıyor. İlk genetik kodlardan başlayarak aç kalmama dürtüsüyle ihtiyaç fazlası alışveriş yapıyoruz. İnsanlar bir stresle baş edemediği zaman alışverişe gider, stresi yok sayıp başka bir şekilde doyum sağlamaya çalışır.

Bir grup insanda da duyarlılık arttı. Bu süreci tüm dünya yaşıyor ve dünyanın bir ucundaki insanların aç kalma veya barınamama duyguları insanları 'biz' bilincine götürerek ihtiyacı olduğu kadarını almaya ve israftan kaçınmaya götürdü. Her zaman terazinin bir ucu yaşanırken diğer ucu da yaşanıyor. Sanıyorum bu süreç uzun sürdüğü için kalıcı değişiklikler de olacaktır. Bu süreçte tüketim her zaman kötü yönde olmadı; mesela kitap ve film satışları da arttı. Okuma alışkanlığımız tekrar zenginleşti. Mesela hayvanlar için her kış zor geçiyordu ama bu yıl gözlemlediğim kadarıyla her yere sokak hayvanları için besin koyan, karton kutulardan sığınaklar yapan insanlar gördüm. Ne kadar kolay bir şeymiş aslında, masraf da gerektirmiyor.

Ben her zaman şu soruyu soruyorum, şu anda Kovid olmasaydı ne yapıyor olacaktınız? Tekrar ihtiyaçlarımızı görmezden gelip, gelecek kaygısı için koşturmaya devam edecektik. Gelecek kaygısı yaşamak ütopik bir şey…

Uzaktan çalışma, getirilen kısıtlamalar ve evde yaşam sosyal yaşam olgusunu da tamamen değiştirdi. Bunun etkilerinden de biraz bahseder misiniz?

Bu durum hem uyku düzenimizi hem yeme düzenimizi değiştirdi, dengelerimiz bozuldu. Özel yaşam ile profesyonel yaşam arasındaki denge bozuldu, özel yaşam mahremiyetimiz kalmadı. İş görüşmeleri evlerden yapılıyor, ev bizim özel alanımızdır. Bu tabii ki zorunlu bir şey… Ama eğer mümkünse evin her alanında bilgisayar ile gezmek yerine tek bir yeri düzenleyip orayı iş enerjisine çevirmek, diğer alanları kişisel alanımız olarak tutmak daha doğru olacaktır. Burada mesai anlayışının olmaması da büyük sıkıntı… Sürekli tetikte yaşıyor insanlar. Normalde iş enerjisinden çıkıp eve gelirsiniz. Ama burada işverenlere de büyük iş düşüyor, çalışanlarının psikolojik sağlığını korumak için gerekirse online eğitimler, motivasyon paylaşımları yapılması gerekiyor. Motivasyon olmadıkça çalışmadan verim alamazsınız. Eğer acil bir şey yoksa mesai saatinden sonra iş verilmemesi gerekiyor. Bunun aksi olduğunda uyku düzeni bile kalmıyor. Eşinizle, çocuklarınızla özel alanınız, yemek düzeniniz kalmıyor. Bir de bu süreçte evdeyken ev kıyafetlerini giyip, hatta uyku kıyafetleriyle tüm günü geçiren kişiler var. Beyin öyle bir şey ki her duruma adapte oluyor. Mesela omuzlar düşük durmaya başlarsanız beyin bunu depresif algılıyor. Ama daha dik duruşlu olursanız beyin onu daha sağlıklı olarak algılıyor ve mutluluk hormonu salgılamaya başlıyor. Evdeyken de öyle, yataktan kalktığımız an sanki güncel yaşam başlıyormuş gibi hazırlanmamız gerekiyor.

Krizi yönetebilen ve yönetemeyenler var. Genel durum hakkında neler söylersiniz ve bireyler, aileler bazında bu krizi nasıl yönetmeliyiz?

Genel olarak bakarsak insanlar bundan üç türlü etkileniyor. Korku, kaygı ve çaresizlik duyguları içerisinde depresyona girip hala yaşanan durumdan farkındalığını kazanmak yerine korku ve kaygının artmasına izin verenler, bu süreci yok sayanlar ya da bu süreci dengeli götürenler…

Korku ve kaygı da kötü bir şey değil; korku, kaygı ve stresin biraz bulunması iyidir, işlevseldir. Bunlar olmasa tedbir almayız mesela… Ama sorun patolojik boyutta olduğunda başlıyor; bu durumda bazen yapmamız gerekenleri de yapmıyoruz. Ya bana bir şey olmaz düşüncesiyle kaçmayı, önlem almadan hayatını sürdürmeyi tercih edenler, ya korku ve kaygıya kendini kaptırıp Koronavirüs'ten daha hızlı yayılan bir sürece dahil olanlar… Hem kendilerini korku ve panikle yok ediyorlar, hem de çevresindeki insanlara bu duyguları yayıyorlar. Çünkü bu duygular çok bulaşıcıdır. Hatta bununla ilgili beynin manyetik dalgalarıyla çok hızlı bir ivmeyle dış dünyaya yayın gönderdiğini söyleyen çok ciddi araştırmalar var. Onun için korktuğumuz şey başımıza daha çabuk geliyor. Peki, istediğimiz olumlu şeyler neden bu kadar çabuk gerçekleşmiyor? Çünkü onun manyetik dalgası daha su dalgası gibi; yavaş ve ahenkli…

Eğer insanlar bu süreçten bir farkındalık elde edip mesajlar alamıyorsa bu mesajlar çeşitli şekillerde, objeler ve nesneler değişerek tekrar tekrar gelecektir. Onun için yaşanan süreçlerden farkındalık kazanıp çıkmak her zaman avantajdır.

Bir gerçek var, bu gerçeği yok sayamayız. Ama bunun için önlem alıp, umut etmeli, motive olmalıyız. Şu an herkesin umuda, motivasyona ve güvene ihtiyacı var. Belli bir dozun üzerinde felaket senaryoları duymak istemiyoruz. Dünyada ne olup bittiği, birbirimizden haber almak hepimiz için çok önemli… Tabii ki kimin neye ihtiyacı olduğu konusunda hepimiz duyarlı olacağız. Ama 24 saat bununla meşgul olmak, günlük hayatı aksatmak artık içinden çıkılmaz bir duruma götürmeye başlar. Daha önceden psikiyatrik bir rahatsızlık yaşayanlar varsa, zaten baş etme mekanizmaları zayıfsa bunu yaşama ihtimali daha yüksek oluyor.

Birbirimizi motive edecek, birbirimizi iyi hissettirecek paylaşımlar yapmak, sakin ve dingin kalmaya çalışmak gerekiyor. Konuşulduğu kadar kolay olmadığını biliyorum, ama bunun bulaşıcı bir şey olduğunu fark etmek gerekiyor.

Bu dönemde özellikle çocuklar ve gençler çok olumsuz etkilendi. Ailelere neler söylersiniz? Bundan sonraki yaşantımızda neye dikkat etmeliyiz, pandemi süreci devamında ve sonrasında…

İlk oluşum anlarından itibaren insanlar hep yaşadığı durumlarla, bireysel yaşanan travmalarla aslında bağışıklık sistemlerini, psikolojik ve zihinsel sağlık sistemlerini daha dirençli tutmaya başladılar. Psikolojik sistemimiz, bağışıklığımız daha da güçleniyor. Bu doğanın dengesi… Her yaşanan sorun, travma insanı zayıf düşürmüyor. Hatta daha sonra yaşanacak olumsuzluklara hazırlıyor. Psikolojik iyilik hali insanı aslında gelecekte yaşanabilecek durumlara karşı daha güçlü kılıyor. Ben eminim ki şu an yaşanan süreç sayesinde çocuklarımız ve gelecek nesiller daha dayanıklı olacaklar. Çünkü onların kayıtlarına geçecek bu… Aynı zamanda biz psikolojik ve ruhsal olarak güçlendikçe gelecek nesillere de akacaktır. Bu durum dünyanın da geleceği için güzel bir şey…

Çocuklar ve gençler çok önemli… Onlara bir yetişkin ihtiyacıymış gibi davranmamamız gerekiyor. Sürekli dünyadaki gidişattan, haberlerden bahsedip, olası tedbirleri alma pahasına da olsa korku ve kaygı tohumları ile konuşursak evde 0-6 yaş grubunun bilinçaltı kayıtları hızlı işlediği için travmalar oluşturabilir. Bu yaş grubunda özellikle hayatın ya da insanların güvenli olup olmadığı konularında, sevgi konularında temel çıpalar atılıyor. Bu yaş grubunun temel ihtiyacı güven ve sevgi… Onun için ''Yapmazsan gelecekte bu olur'' konuşmaları çocuklar için çok anlamlı değil. Dünyaya sağlıklı nesiller bırakacaksak 0-6 yaş çocuklardan ve gençlerden sorumluyuz. Zaten çocuklarda korku, kaygı, panik atak problemleri olduğunda ben çoğunlukla ailelerle çalışıyorum. İnsanlar davranışları daha çok kopyalayan varlıklardır. Onun için davranışlar kopyalanıyor. Çocukların karşısında sorun çözemeyen bir şekilde durduğumuzda, kaygılarımızı dengeleyemediğimizde onların yapmasını beklemek anlamlı olmuyor, çünkü davranışları taklit ediyorlar. Mümkünse daha sakin, daha dingin, daha güven verici konuşmalar yapmak gerekiyor.

0-2 yaşına kadar görsel medyayı kullanmayın, 4 yaşına kadar mümkünse daha sınırlı bir şekilde kullanmalarını söyleriz. Ama bu düzen şu an için tamamen bozuldu. Ama yine de mümkün olduğu kadar gerekli durumlarda açıp, onların da izleyebileceği programları seçerek izletmek gerekiyor. Şu an korku, kaygı ve panik hallerini çocuklarda da en az yetişkinler kadar fazla görüyorum.

Çocukluk ile yetişkinlik dönemi arasındaki dönem olarak adlandırdığımız adolesan döneminde ruhsal ve zihinsel gelişim devam ediyor. Çocukların beyin gelişimi için etkili olan hormonlar 00.00 ile 03.00 arasında aktif çalışır. Uyku düzenine dikkat etmek gerekir. Şu dönem itibariyle çocuklarımıza ve gençlerimize daha toleranslı davranmamız gerekiyor. Eskiden telefonu kısıtlayın, internet saatini kısıtlı koyun diye önerilerde bulunuyorduk. Ama şu an 16-25 yaş grubu dış dünyaya açılma gereksinimi de beraberinde getirdiği için dış dünyadan kopuk olmak onları daha çok etkiliyor, daha hırçın olmalarını sağlıyor. O yüzden bu süreçte onlara karşı daha toleranslı davranacağız, hayata karşı motive olmalarını sağlayacağız.

Çocuk veya yetişkinlerde alınan önlemlere rağmen zihinsel bedensel ve psikolojik dengeyi korumakta zorlanıyorsak uzman desteği önerilebilir.